Ölüm istenmezdi ya
Günler değişti pek
Mutluluk oldu yatağında ölmek
İşte Abdi İpekçi’nin göğsünde kurşunlar
Son soluğa kandan çiçek
Biri var.
Yok edilmezse
Yok edecek hepimizi
Tek tek.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
31 Ekim 1978 tarihli Milliyet’teki ” Durum” köşesine, ” İnsan, Umut ettiği sürece yaşar” başlığını atmıştı ABDİ İPEKÇİ.
1978 yılının ilk günü de o yazdığı alıntılamış, yazının sonunu da şu cümlelerle bitirmişti:
” Evet, 198’e ‘ insan umut ettiği sürece yaşar’ diye girdik. Yaşayabilenlerimiz yaşamaya çalıştı. 1979’a da ya Ecevit’in sönen umutları canlandırmasını bekleyerek, ya da yeni bir umut arayarak yaşamaya çalışacağız.”
Böyle yazmıştı değerli İpekçi.
” Hücum ettiler eve. ”İşte Aleviler, öldürelim bunları!” diye penceremize merdiven dayayıp içeri girdiler. Babamgilin olduğu yere ateş etmeye başladılar. Aşağıda 2-3 ton odunumuz vardı, onu yaktılar. Bir sanık var, abimi ‘ seni kurtaracağız’ diye çekti, orada vurdular.”
19-24 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş.
20 Aralık’ta iki öğretmen katlediliyor.
Başbakan Bülent Ecevit 26 Aralık salı günü saat07.00 den itibaren İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzurum,, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Şanlıurfa olmak üzere 13 ilde sıkıyönetim ilan ediyor.
Ülke kan gölü, acı içinde…
Elbette Abdi İpekçi’de…
Yazıları ve araştırmaları ile okları üzerine çeken Abdi İpekçi sürekli tehditler alıyordu. 1978 – 1979 a bağlayan gece kızı Nükhet’in yanında Paris’te olsalar da Maraş olayları nedeniyle oldukça üzgün ve çok huzursuz görünüyordu İpekçi.
Ailenin son kez bir arada olduğu Paris gezisinden hatırladıklarını anlatır sevgili kızı Nükhet; ” Çok soğuk ve karlıydı Paris. Karda kaymamak için dördümüz el ele yürüyüşümüzü hatırlıyorum. Çok tuhaf bir histi ama yalnızca ben değil hepimiz kaygılıydık. Hele ben tam bir paranoya halindeydim. Sanki biri sürekli bizi arkadan izliyordu. Babamın dönmesini istemiyordum. Hiç birimiz istemiyorduk”.
Lakin dinler mi hiç cesur yürek, memleketinin içinde bulunduğu duruma kahrolurken.
Oysa ki son zamanlarda ilginç kaybolmalar yaşanıyordu. İpekçi’nin sekreteri Melek Beler, telefon fihristini ve randevularının not alındığı defteri kaybetti. Başka bir gün arabasının anahtarları kayboldu. Tüm aramalarda bulunamayan eşyaları daha sonra, önceden bakılmış yerlerde tesadüfen ortaya çıkıyordu.
25 0cak 1978…
Alçak tezgahları hazırlayan kanlı eller planlarına hızla yaklaşıyorlardı. Abdi İpekçi ağır baskıyı hissetse bile bu hazırlıklardan habersiz, o gün Milliyet Gazetesindeki odasında oğluna son mektubunu yazdı…
Mektubunun son paragrafı: ” Hadi, hemen otur ve bana düşüncelerini, isteklerini, projelerini, durumunu, dertlerinin hepsini bir bir anlatan bir mektup yaz. Olmaz mı?
Çok çok öperim.’
Oğluna mektup yazan, mektup yazmasını isteyen İpekçi’nin bu isteği yurt dışı telefon ücretlerinin yüksek olması ve o kadar faturayı ödeyecek paralarının olmaması idi. Adı büyük serveti küçük, onuru büyük, hayatı yarım kalan bir ADAM…
31 Ocak ….
Başbakan Bülent Ecevit ile randevusu vardı. Abdi İpekçi Ankara’ya uçarken, hain plan tamamlanmıştı…
Son gecesini arkadaşları ile biraz eğlenerek geçirmişlerdi.
İpekçi, Ankara’daki tüm işlerini iki güne sığdırmak zorundayken, bu işlerini yetiştirme telaşı içindeyken, kendisi için verilen ‘Ölüm fermanı’ da hazırdı ne yazık ki.
Bir cesur yüreği, bir kırılmaz kalemi, bir memleket sevdalısını daha kaybedeceğimiz soğuk bir Ankara sabahı 1 Şubat, günlerden perşembe. Ülkenin üstüne çökecek bir kirli hava, bir kirli tezgah işlemeye başladı.
Otelde kahvaltıdan sonra saat 10.00 sıralarında Başbakanlıkta Bülent Ecevit ile bir araya geldiler. bir kaç saat sonra hayatının sonlanacağını bilemeden SN. Ecevit’e Türk- Yunan ilişkilerinin iyileştirilmesi adına yapacakları projeleri anlatır. SN. Ecevit bunları destekler. İşlerini tamamlayan İpekçi saat 16.40 İstanbul’a gideceği THY uçağına binerken Sakıp Sabancı ile karşılaşır. Uçuş boyunca sohbet ederler, uçak her ilerleyişinde aslında İpekçi’nin sonuna yol almaktadır.
O gün İstanbul’da çok soğuktur, buz kesen bir ayaz vardır, kalpleri buzlaşmış, sevgisiz alçaklar gibi…
Gazetedeki işlerini tamamladı ve sevgili eşi Sibel İpekçi’yi aradı. Saat 19.00- 19.30arasıydı.
Eşine ne yemek olduğunu sordu, eşi en sevdiği domatesli pilav yapmıştı.
Telefonu kapattıktan sonra daha borcunu bitiremediği otomobiline bindi, Teşvikiye’deki evine gitmek üzere kontağı çevirdi. Oysa evinin yakınında pusu vardı, kan vardı, kalleş ellerde siyah, kapkara namlulu silah vardı.
Arabanın yanına yanaşan o kalleş güruh, beş kez ateş etti , ölümüne korktukları Abdi İpekçi’nin vücuduna…
Abdi İpekçi korkaklara rağmen, hainlere rağmen yaşamaya devam ediyor…
”’ İnsan umut ettiği sürece yaşar” demişti ya değerli İpekçi, umut etmeye devam ederek yaşıyoruz..
Umudumuz olan, umutlarımız için can verenleri unutmadan, unutturmadan, onların yarım kalanlarını tamamlayarak yaşamaya devam etmek boynumuzun borcudur.
Bir keskin kalemi daha yazarken, içim kan ağladı…
Saygıdeğer Abdi İpekçi’yi her daim sevgi, saygı, özlem ve minnetle anacağız.
Ruhu şad olsun.
“Söz konusu vatansa,gerisi teferruattır diyen” Atatürkçü,Cumhuriyet kadını…