Bir ülkede insanları korkarak yaşıyorsa özgür değilse, er yada geç o ülke onu yöneten ve toplumu bu noktaya getirenlerle birlikte yok olup batar
Siyasetin gerçekten anlamını yitirdiğini görmek, ve politikacı olduğunu sananlara neden buradasın, ya da neden siyasete soyundun amacın nedir diye sorduğunuzda yanıtını bile bilmediği bir çatışmanın içine girdiğinden haberinin olmadığını görmek düşündürücü. Bir ülkenin geleceği adına siyaseti bilmeyenlerin pazarlık yapması doğru değil.
İktidar hırsı, vicdanı ve aklı devreden çıkarırsa o ülke büyük acılar çeker. Türkiye böyle bir tükenmişliği asla haketmiyor. Daha önce bir erken seçim kararı alınmazsa, 2019 her iki seçim de ülkemizin geleceği adına çok önem taşıyor. Batı’da uygar ülkelerde Başbakan ve Devlet başkanlarının görev süreleri bellidir.
Anayasanın belirlediği yıllarla sınırlıdır, bu sınırı doldurduğunuzda tekrar aday olma şansınız yoktur. Bugün kabile demokrasisine dayalı içinde hiç bir medeniyetin resmi olmayan çadır ülkelerinde bu kurala uymak yerine, otoriter inanç etkileşiminin bastırıldığı diktatorya var. Eğitimin ve cehaletin hüküm sürdüğü toplumları din duygusuyla etki altına almak çok kolay. Din saygınlığına dayalı insani duyuları öne çıkararak siyaset yapmanın sonuçları orta da. Özde dolaysız bir demokrasi yok, sadece sözde bir demokrasi anlayışıyla toplumsal etkileşimi elde tutarsanız, buna bir de cehaleti eğitimsizliği katarsanız, o toplumu her zaman sokaklara şuursuzca salarsınız sonuç felaket olur.
Türk toplumu duygusal bir toplumdur, ne derseniz söylerseniz yalanda olsa inanır, işin özünde din kullanılırsa bunun zararlarını sonrasında tekrar millet çeker. Uygar ülkelerde topluma hükümetler kendini yaptıklarını anlatır, ama benim ülkemde nedense kendini yönetenleri sorgulama cesareti bile olmayan bir toplum var.
Bütün bunların aksine inadına iktidar olma ve orada kalma hırsı, bunu kabul etmek mümkün değil. Bu hırs bir gün felaketlerin yaşanır olduğu ülke olmaktan öteye getirmesin ülkeyi. Sonrasında korkan ve mutsuz bir ülke olmaktan öteye geçemeyiz. Türkiye’nin zor günler yaşadığı bir dönemde, topluma daha sağduyulu açıklamalar yapmak gerektiğine inanıyorum.
Bugün var olan Anayasamız 25-26 maddeleri düşünceyi açıklama yayma hürriyetini öne çıkarıyor, herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim, veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma yazma haklarına sahiptir. Peki bugün insan hak ve özgürlüklerinden tek bir güzel resim görebilmemiz mümkün mü? Bugün çok sayıda düşünce insanının gazeteci ve yazarın hapsedildiğini düşündüğünüzde, çağdaşlaşmaktan insan haklarından özgürlüklerden huzurdan refahtan söz edebilirmisiniz? Yok olmuş değerlerin arasında neyi arayıp bulacaksınız?
Bu nedenle başında vurgulamaya çalıştığım iki önemli seçim kararı ve sonrasında gerçekten kişisel hırs ve iktidar olma hırsının yaşanmadığı toplumsal barış ve sevgi paylaşımı, bölünmüş bir toplum olmak değil, tüm fikirlerin düşüncelerin karşılıklı paylaşıldığı bir millet olmak. Atatürk Cumhuriyet çağdaş değerlerin özünde bir arada olabilmek asıl gereken bu değil mi? İşte 2019 seçimlerinin bu anlamda önemine değinmek istedim, Otoriter bir anlayışın değil, tekrar Parlamenter sistemin geldiği özgür bir toplum olmak. İçinde aklın olmadığı bir siyaset sahnesinin sergilendiğini gördüğümde bunu beklemek mümkün olabilecek mi acaba bilmiyorum. Yeni Türkiye diyorlar, Türkülüğün, Atatürk ve cumhuriyetin, aklın bilim ve sanatın, çağdaşlaşmanın, insan hak ve özgürlüklerinin, yaşama özgürlüğünün, hak ve hukukun, aydınlığın, sevgi ve barışın, sanat kültür ve eğitim değerlerinin öneminin, acaba yeni Türkiye’de yaşanacağının güvencesini kim verebilecek?. 2019 seçimlerinden sonra, Türkiye gerçekten söyledikleri gibi yeni bir Türkiye olacak olacak olmasına ama nasıl? İşte varın siz verin bunun cevabını. Dilerim yeni Türkiye diyenler bu anlayış içinde olanlar, toplumun ülkenin geleceğini düşünerek özellikle her konuda ÖZGÜR olmanın güvencesini de verirler.
Bugün Batı’da özellikle Almanya da siyasetçinin bile belli bir dönem seçilme hakkı var, özellikle Cumhurbaşkanı ve Başbakanın.
Ama peki Türkiye de hala inadına iktidar da kalmak hırsı neden?
Ve ülke sevdası için herkesin siyaset yapma özgürlüğü neden kısıtlanıyor, ve dahası da başkalarının önü açılmıyor bu düşündürücü değil mi?
Sormak gerek, siyaseti başarısız olsanız da inadına yapmaya devam ısrarı neden?
Yıllarca bir ülkeyi insan hak ve özgürlükleri çağdaş değişim anlayışının ötesinde tutmak, otoriter bir anlayışın ürünü değil mi?
Ben ülkemi kendi içinde ve uluslararası alanda saygınlığı huzur ve refahı için siyaset yapmaya hazırım diye konuşan birine , konuşma söz söyleme düşüncelerini toplumla paylaşma hakkı özgürlüğü bile verilmiyorsa, buna demokrasinin hangi adını koyabiliriz acaba?.
Demokrasi aydınlığın cumhuriyetin çağdaşlaşmanın adıdır, Atatürk’ün düşünce anlayışından hızla uzaklaşan bir ülke de insan nasıl özgür olabilir? Anayasanın düşüncelerini özgürce toplumla paylaşma hakkı tanıyan bir düşünce adamı yazar, bugün yazmaktan korkuyorsa buna siz insan hak ve özgürlüklerinin sınırsız yaşandığını söyleyebilirmisiniz?.
DER SPIEGEEL ” bir ülkede insanları korkarak yaşıyorsa özgür değilse, er yada geç o ülke onu yöneten ve toplumu bu noktaya getirenlerle birlikte yok olup batar” Siyaseti bilmeyenlerin hakim olduğu bir düzen yönetim anlayışı ve sonrasında, her şeye sadece tek bir otoritenin hakim olma hırsına yenilmeyecek kadar tarihte yeri olan bir ülke, özellikle Avrupa da yabancı düşmanlığın her geçen gün artarak büyümesi, ve buna da hiç önlem alınmaması korkutuyor beni. Sadece Din saygınlığıyla duygu sömürüsü yapılması, insanların bağnaz kültürün pençesine teslim edilmesi korkunç sonuçlar doğurabilir. Siyasetin yetiştirip kurguladığı din tacirleri, eğitimden uzak gurbetçiyi uydurma toplantılarla bir çarkın ortasında tutmayı başarmışlar. İnanç saygınlığı neden hala siyasetin bir parçası haline dönüştürülmek istenir bunu anlamak mümkün değil. Almanya ”ben seni istemiyorum diyor, sen benim kültürümü de yok ettiğin gibi saygı duymuyorsun diyor”. Yabancı düşmanlığı sonuçları da ortada. Almanya’nın HESSEN şehrinde yoksullara yardım eden bir hayır kurumu aş evi, yardım ettiği yoksulların arasında ”Türk vatandaşı istemiyorum” diye açıklama yaptı, Peki Dini duygularla Türk toplumunu tüm yaşama hapseden Din tacirleri ne yapıyorlar acaba? Dünyanın ortasında hala açlık ve sefalet içinde yaşayan Türk toplumuna bakan Batı, acaba kendi vatandaşına sahip çıkmayan bir anlayışa karşı ne diyor. Avrupa da Türk toplumu, özellikle Almanya da gelecekteki zor yılların içinde nasıl bir mücadele vereceğini bile hala bilmiyor, çünkü onu temsil edenlerin yaşananlardan haberleri bile yok, sıradan açıklamalarla ve içi boş anlamsız hafta sonu etkinlikleriyle uyutulan bir toplum olmaktan öteye gidemeyen bir toplum. Kendi haklarını bile savunmaktan uzakta kalıyor, bir zamanlar savaşın kalıntılarını temizleyen ve Almanya ya hayat veren Türkler, şimdi zor yıllara hazırlanmanın ötesinde korkuyla yaşıyor. Ama en acısı da her dönem sadece seçimlerde hatırlanan, eğitim ve aklın dışında bırakıldığından habersiz neden evet dediğini bile bilmediği için yaşadığı çaresizlikten kendisinin bile haberi yok. İnsanlar burada kendi kültürünün ötesinde, farklı kültürlere hala uyum sağlayamadığı sürece, daha aldatıldığının yıllarca farkında olamayacak.
Yani bunun adına güdülmüş toplum desek daha doğru olur. Aslında burada yaşayanlar birazda bunu istiyor bana kalırsa, sosyal yardım almanın sadece yaşamını sağladığını düşünüyor, hayatta kalmanın ötesinde düşündüğü de yok. Eğitim sanat kültürel çağdaş değerler umurunda değil, adı lazım değil çok sayıda Türk toplum dernekleri zaten istediğini yapıyor. Bu değişimler adına tek bir çalışma yok, sadece dediğim gibi yıllarca birileri almış diğerine devretmiş o kadar. Ama Avrupa da özellikle Almanya da zor yıllara hazırlanmanın adı yok belli değil. Peki Türkiye ne yapıyor? 2019 yılında yapılacak Başkanlık seçimine hazırlanıyor. Dilerim bu önemli seçimler sonrasında. Türkiye de değişecek demokrasinin özde yansımasının içinde avrupa da yaşayan Türk toplumunun hakları ve geleceği konuşulur.
Levent Seçer (d. 1948), doktor, yazar, şair ve müzisyendir. Adana’da dünyaya geldi. Babası dönemin ünlü müzik adamları Münir Nurettin Selçuk, Hafız Burhan, Neyzen Tevfik, Malatyalı Hasan, Udi Mustafa, Baki Çallıoğlu gibi ünlü bestekarlarla birlikte çalışmış, udi Ömer idi.
Aklı ve Vicdanı yok eden Siyaset mi..? yoksa,kişisel Menfaatler mi…..soruyu yanlış sormuşsunuz…
güzel bir yazı…kaleminiz çok güzel
Değerli Porf.Dr.Levent Seçer hcam yüreğinize ellerinize sağlık.Aklın ve vicdanın olmadığı bir hayatı yaşamak ağırıma gidiyor, vicdan akıl ve kişisel çıkarların göz göre göre yaşandığını bilmeyen görmeyen gördüğü halde körü körüne inanan sağır halka ne demeli bilmem ki.
Bende aynı düşünüyorum yaşım daha genç ama aklın galip geldiğini görmek en büyük hayalim. Atattürk yaşasaydı kim bilir bıraktıklarına baktıkca kahrolurdu diye düşünüyorum.
Namus şeref ve vicdan sorumluluğuna yemin edenler, ne yazıkki toplumun yaşadığı acıların farkında bile değiller. Ne akıl ne vicdan ne şeref sadece menfaat çıkar koltuk kavgası işte bu vicdanın adı efendim..