Bugün Türkiye olarak yaşadığımız sorunların, yönetilemeyen ve azdırılan salgının, ekonomik iflasın, dış politikada hem bölgede hem de dünyada yalnızlaşmamızın, yok edilen demokratik kazanımlarımızın, yaygın hukuksuzluğun, adaletsizliğin, kutuplaşmış olmamızın, iç barışımızın hassas hale gelmesinin ve Gara’da 16 şehit verişimizin sorumlusu iliklerine ve hücrelerine kadar iktidardır.
Rehin alınan insanlarımız üzerinden siyasi rant uğruna kumar oynayacaksın, kazanırsan sahip çıkmayı planlayacaksın ama kaybedince faturayı devlete kesecek açıklamayı konuyla ilgisi olmayan MalatyaValisine yaptıracaksın!Aynen İdlib’te göz göre göre ölüme gönderilen ve Rusların hava taarruzu ile şehit edilen Mehmetçikler için Hatay Valisine açıklama yaptırıldığı gibi!
Bu operasyonun yapılmasına devlet değil, iktidar karar verdi. Hatta iktidarın devlet kurumları üzerindeki ağır vesayeti nedeniyle “Hayır yapmayalım! Çok yanlış olur, başarı şansı çok düşük”bile diyemediler iktidara. Örneğin iktidarda biz olsaydık; rehin alınan yurttaşlarımızı askeri operasyon yerine, başka yöntemlerle kurtarırdık.
Ne yazık ki bugün ülkemizde hangi konuyu ele alırsanız alın, tel tel dökülür ve elinizde kalır. Çünkü iktidar Türkiye’nin çıkarları ve güvenliği peşinde değil, çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve geçmişin aklı olan “Yeni Osmanlı” hayali peşinde koşuyor ve istisnasız hiçbir konuda hesap verebilir durumda olmadığından konumunu kaybetmek istemiyor ve ne pahasına olursa olsun koltuğunda kalmak istiyor.
İktidar, olan bitenlerde kabahati hiç kendinde bulmuyor, yaşadığı sorunların, başarısızlıklarının ve öngörüsüzlüklerinin nedenlerini hep kendi dışında arıyor. Eğer siz yaşadığınız sorunları içselleştirmez ve nedenlerini hep dışarıda, dış güçlerde, muhalefette ve muhalif düşüncede ararsanız sorunlarınızasla çözülmez ve derinleşir. Aynen geçer not alamayan öğrencinin kabahati kendinde araması yerine öğretmenini suçlaması ve “Öğretmen bana zayıf verdi!” demesi gibi bir durum bu.
Bir ülkede yapılanlardan, yapılmayanlardan ve yapılamayanlardan iktidarlar sorumludur. Eğer bir ülkede başarısızlıklardan ve kötüye giden işlerden dolayı dış güçler ve muhalefet suçlanıyorsa orada faşizme doğru evirilen bir rejimden bahsedilebilir.
İktidar içeride ve dışarıda bitmiş, tükenmiş, anlatabileceği ve inandırabileceği bir hikayesi kalmamış ve Türkiye’yi artık yönetebilme gücünü de kaybetmiştir. Bu nedenle geçmişte kendisine destek vermiş olan halkın teveccühünü her geçen gün artan bir hızla kaybetmektedir. İktidar halk desteğini kaybettikçe otoriter refleksleri sertleşmekte, sertleştikçe de daha çok kaybetmektedir. Buradan iktidar için tek çıkış yolu seçim kazanmak ve halkın güvenoyunu almakla olur. Ama halen seyredilen rotada seçim kazanma şansı da ufukta gözükmüyor.
İktidar halen kendisi için kötüye giden durumu tersine çevirebilmek, gündemi değiştirebilmek ve karşısında her geçen gün daha çok büyüyen demokratik bloğu parçalayabilmek maksadıyla ağır din ve milliyetçilik istismarı yaparak ve başarı öyküsü yaratmaya çalışarak halk desteğinin çözülmesini durdurmaya ve geri kazanmaya çalışmaktadır.“Karadeniz’de gaz bulundu!” müjdesi,Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesi, neredeyse tüm dünyaya özde değil sözde dayılanması, GaraOperasyonu, “Ay’a gidiyoruz!” iddiaları, “Demokratik ve çağdaş bir anayasa yapacağız” açıklamaları ve son olarak “Çatlasanız da patlasanız da Kanal İstanbul’u yapacağız!”çıkışı bu kapsamda yapılan hamlelerden bazılarıdır, dahası da gelecektir.
Kanal İstanbul bir proje değil. Çünkü bir fikrin proje olabilmesi için bir problemi çözüyor olması lazım.Kanal İstanbul iseproblem çözmek şöyle dursun,Türkiye’ye egemenlik, güvenlik, savunma,ekolojik denge, çevre, su kaynaklarının tahribatı ve şehircilik konularında inanılmaz ölçüde problemler çıkarıyor. Onun için bu bir proje değil gerçekten bir ucube, hatta İstanbul’a, Marmara Bölgesi’ne ve Türkiye’ye karşı sonuçları itibarıyla gelecek nesilleri de derinden etkileyecek bir düşmanlık girişimidir. Bu iddialarımızın arkasını dolduran bilimsel eleştirilere yanıt veremiyorsanız “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız!” demekten ve iktidar gücünü istismar etmekten başka şansınız yoktur!
Aşkın Zengin Akkuş’un Dark İstanbul Yayınlarından yeni yayımlanan “Kutsal Cehalet”adlı romanını okumanızı tavsiye ederim. Ortaçağ İtalya’sından 2018Türkiye’sine uzanan bir kaçış ve özgürlük hikayesi.
1957 yılında Trabzon’da doğan Türker Ertürk, ilköğrenimini İstanbul’da, orta öğrenimini ise Ankara ve Trabzon’da tamamladı.
1971’de Heybeliada’da bulunan Deniz Lisesi’ne başladı. Lise ve müteakiben o zaman yine Heybeliada’da bulunan Deniz Harp Okulu mezuniyetinin ardından, 1979 yılında subay olarak donanma saflarına katıldı.
2008 – 2010 yılları arasında Deniz Harp Okulu Komutanlığı görevini yaptı. Bu görevde de birçok projenin gerçekleşmesini sağlayan Ertürk, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı icra edilen psikolojik savaşta komutanlarının bu süreci iyi yönetemediği ileri sürerek 9 Ağustos 2010 tarihinde istifa etmiş ve mücadelesine siyasi yaşamda devam etme kararı vermiştir.
Türker Ertürk askerlik mesleğinden ayrıldıktan sonra birçok televizyon ve radyo programına katılmış, makaleleri yayınlanmış, çok sayıda konferansta konuşmacı olarak katılmıştır.
Özden Ertürk ile evli olan Türker Ertürk’ün Deniz Sinem Ertürk İlhan ve Berrak Ertürk adlarında iki kız çocuğu vardır.
Tek sözle : MUHTEŞEM
Üstün ve özgün komutan sevgili amiral Türker ERTÜRK’ün kalbine, eline, kalemine sağlık.