Batı’nın bilimsel siyasetinin yanında, biz hala çağdaşlığı aydınlık ve cumhuriyetin değerlerini Atatürk devrimlerin yok saymanın telaşı içindeyiz, Atatürk’ün kurduğu Millet Meclisi içinde, hala karanlık bir zihniyetin yansımasını göstermeye çalışmak tarihe yapılan bir hakaret değil mi?
Bugün insan hakları özgürlükler hak hukuk ve adaletin olmadığı bir dünyanın içinde yaşadığımız işte bu değil mi? Hayatın Adaleti.
Dünya bir değişim içinde, küresel güçler ve yaşananlar adeta bir kıvılcımın tutuşacağı anı bekliyor insanlık.
Bilimsel siyasetin değil, kendi sistem anlayışının hırsına kapılıp tüm umutları bir maceraya götürmekte işte bunun adı Hayatın Adaleti.
Umudun tükendiği yerde başlayan Hayatın Adaleti, bir gün koca bir ülkeyi yok edecek, ama bu kimsenin umurunda değil.
Tarihi bile yok sayan bir anlayış o zaman geleceğin adını nasıl koyacak acaba?
Din afyonuyla hala uyuduğu uykuda kalan bir toplum, söylenen her şeye inanan sorgulamayan korkan mutsuz bir toplum, baktığımızda hiç bir şeyden şikayetçi değil nedense. Ama bir gün hak ve hukukun en önemlisi de hayatın ne kadar önemli olduğunu gördüğünde zaman çoktan geçmiş olacak.
Toplumu inananlar inanmayanlar diye ikiye bölenlerin bu ülkeye ne kadar zarar verdiklerini kendileri de bilmiyorlar sanırım, ya da biliyorlar da bunun farkını görmek yaşamak istemiyorlar.
Tanrıya inanmanın değil, asıl Tanrının inanacağı bir insan olmak, işte buda Hayatın Adaletinin içinde değil mi?
Dinde mantık olmadığını söylemiş Karl Makx, ama din insanları sadece Allah korkusundan arınmaya, ve Tanrıya sadakatın bir anlamı olduğunu da söylemekten geri kalmamış.
Bugün cehaletin etkileşimiyle birilerini neredeyse mesih haline getirdiğimiz nokta da, bunun ne kadar tehlikeli bir hareket olduğunu anladığımızda, zaten felaketlerin bitmesi anlamında yaşanacakları görmüş oluruz.
Kadın erkek ayrımı yapmak cumhuriyete karşı düşmanca bir anlayış değil mi?
Bir tiyatro eserinin sergilenmesinde bu ayrıcalık neden?
Tiyatro insanların sevgiyi beraberliği özgür düşünceyi tüm güzellikleri canlı olarak paylaşmak demektir. Tiyatroları yasaklayan bir ülke olmak, bizi gözetleyen Batı’nın şehvetini daha da kabartmıyor mu?.
Düne kadar Çanakkale de yaşananları yazılan tarihi bile yok sayanlar, acaba hala neyin yaşanmasını beklediler acaba?
“Çanakkale artık bizimdir diyordum, mutluydum umutluydum, bu sefer kazandık başardık diyordum, askeri gücümüz, paramız, cephaneliğimiz, her şeyimiz vardı. Hepsinden de çok üstündük mutlaka yenecektik. Ama yalnızca bir şeyi düşünemedik MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü hesaba katmamıştık. Bağrımda İngiliz gururu olmasa, Türkleri alnından öpmek onları ayakta alkışlamak isterdim, mağlubiyeti şimdi bütün damarlarımda hissetmekteyim çok üzgünüm” WİNSTON CHURCHİLL.
İşte batının küresel güçlerinin Atatürk’ün yarattığı yazdığı tarihe karşı korkuları ve ardından saygınlığı budur.
Bugün biz bu saygınlığı tarihi anlamsızca kin ve siyasi çıkarların gölgesinde yok etmeye çalışıyoruz.
Türkiye şimdi anlamsızca sadece kişisel siyasi hırslar yüzünden çok önemli bir seçime doğru gidiyor.
2019 seçimleri bana göre Türk siyasi hayatının en önemli seçimlerinden biri olacak, bura da kişisel hırs ve koltuk davası kin ve intikam dönemi olmamalı, vatan sevgisinin ülke saygınlığının kazanımları birlikte parti gözetmeksizin paylaşılmalı.
Karanlıklara sürüklenen bir ülke değil, aydınlık çağdaş bir ülke olmanın öneminde bir araya gelmeli.
Bu da ancak özgürlüklerin yasaklanmadığı, hak ve hukukun yaralanmadığı, düşüncenin demokrasinin önünde korkunun olmadığı, tıpkı Vigtor Hugo nun hayatındaki yazılanlar gibi, hayatın adaletinde hapsedilmenin değil özgürlüklerin yaşandığı bir ülke olmakla mümkündür.
Uyarı :Yazının yayın hakkı Medya Siyasete aittir.Medya Siyaset kaynak gösterilmeden yazının tamamı yada bir kısmı internet siteleri-yazılı-görsel basında yayınlanamaz.İzinsiz,kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında hukuki süreç başlatılacaktır.
Levent Seçer (d. 1948), doktor, yazar, şair ve müzisyendir. Adana’da dünyaya geldi. Babası dönemin ünlü müzik adamları Münir Nurettin Selçuk, Hafız Burhan, Neyzen Tevfik, Malatyalı Hasan, Udi Mustafa, Baki Çallıoğlu gibi ünlü bestekarlarla birlikte çalışmış, udi Ömer idi.