Bundan dolayıdır ki Atatürk yapmak istediği din inkılâpları sırasında ilkin bunu ele almış ve 1923’de Balıkesir’de bizzat minbere çıkıp hutbe okumuş, aynı zamanda hutbenin nasıl olması lâzım geleceğine dair halk ile konuşmalarda bulunmuştur.
Mühim ve tarihî bir vesika olan bu hutbeyi Anadolu Ajansı’nın o günkü haberinden olduğu gibi aktarıyorum:
Balıkesir: 7 (A. A.) — Gazi Paşa Hazretleri bugün öğle namazını büyük bir cemaatle Paşa camii şerifinde kılmışlardır. Namazdan ve şehitlerin ruhlarına ithafen okunan Mevlûdü Nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi buyurmuşlardır:
“Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenabı Hak tarafından insanlara hakikatleri tebliğe memur Elçi olmuştur. Kanunu Esasi cümlenizce bilinmektedir ki Şanı Yüce Kur’an’daki hususlardır. İnsanlara feyzi ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, en mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer İlahi doğa yasaları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm yaratılış kanunlarını oluşturan Yüce Allah’tır.”
“Arkadaşlar; Cenabı Peygamberlik görevi sırasında iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in isri mübareklerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin günümüz ve geleceğine ait hususları görüşmek amacıyla bu kutsal evde Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba ulaşacağımı ümit ediyorum.”
“Efendiler; camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler taat ve ibadet ile birlikte din ve dünya için neler yapılması gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve istiklâlimiz için, özellikle hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli görevler, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bilumum millet fertlerinin arzularının, emellerinin ortalamasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa, daha sonra minberden aşağıya inmişler ve çeşitli kişilerce sorula yirmiyi aşkın soruyu tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbeler hakkındaki ilk suale cevaben demişlerdir ki:
“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki bugünkü hutbelerin uygulanış biçimi milletimizin düşünsel hayatı ile okunduğu diliyle ve medeni ihtiyaçları karşılamak yönünden uygun görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek insanlara hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım mefhum ve farklı manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi okuyan hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi okurlardı. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek Raşit Halifelerin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberim, gerek Raşit Halifelerin söylediği şeyler o günün meseleleridir. O günün askerî, yönetimsel, malî, siyasal ve sosyal konularıdır. İslam Ümmeti çoğalmaya ve İslâm ülkeleri genişlemeye başlayınca Cenabı Peygamber’in ve Raşit Halifelerin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri tebliğe bir takım kişileri görevlendirmişlerdir. Bunlar her halde büyük devlet görevlileriydi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir ve irşat için ne söylemek lâzımsa söylerlerdi. Bu tarzın sürdürülebilmesi için bir şart gerekiyordu. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmamasıdır. Halkı, genel durum ve olaylardan haberdar etmek son derece önem taşımaktadır.”
“Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hali faaliyette bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir; ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarınıza temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeğe mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat ahalinin bilgilendirilmesi ve irşadıdır, Başka değildir. Yüz, iki yüz hatta bin sene önceki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbenin her halde insanların kullandığı, anladığı dil ile yapılması çok gereklidir. Geçen sene Millet Meclisi’nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: ‘Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyiz kaynağı, bir nur kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve bilimsel ve fenni gerçeklere uyumlu olması gerekir. Kerim hatiplerin siyasal, sosyal, uygarlıkla ilgili durumları, gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler/öğütler verilmiş olur.’ Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın şartlarına uygun olmalıdır ve olacaktır.”[1]
Bu hutbenin okunduğu 1923’den 1932 tarihine kadar Türkçe hutbenin söz konusu olmadığı anlaşılıyor. Fakat ezanın ve tekbirlerin Türkçeleştirilmesi sırasında tekrar ele alındığı görülüyor. Atatürk’ün Din İnkılâplarında çalışmış olan Sadeddin Kaynak hatıralarında diyor ki:
“Türkçe Kur’an okunması tecrübelerine son verildiği gecenin
ertesi gün Ramazan’ın son Cuma’sı idi. O gün Süleymaniye Camii çok kalabalık olur. İstanbul halkı arasında şöyle bir kanaat yaşar: Ramazan’ın son Cuma’sı Süleymaniye’de namaz kılan bütün günahları affolunurmuş. Atatürk halkın bu toplantısından istifade edilerek ilk Türkçe hutbenin Süleymaniye’de okunmasını arzu ve emir buyurdular.
Hutbenin konusunu da kendileri elindeki Kur’an tercümesinden seçtiler. Konu şuydu:
“0 gafillere yeryüzünü ifsat etmeyin denildiği zaman ‘biz (ifsat değil) ıslah ediyoruz derler. Hâlbuki işte onlar müfsittirler. Fakat ne yaptıklarının farkında değillerdir.” (Bakara 2/11)
Bu konuyu genişletmek ve hutbeyi hazırlamak için zamana ihtiyaç vardı. Müsaade istedim. Kıyafet hususunda bir iradeleri olup olmadığını sordum,
— Katiyen sarık istemem. İşte bu gece giymiş olduğun elbise ile başı açık olarak, fakat hava soğuktur, paltonu giyebilirsin.
Buyurdular.[2]
İsmet Paşa’da orada idi. Okuma şekline ve hitabet tarzına dair bazı tavsiyelerde bulundular. Ertesi gün şu hutbeyi Süleymaniye minberinde okudum:
“Ey ululardan ulu Tanrı! Sana hamt ederiz. Bütün âlemleri yoktan var eden ve onlara rızık veren Sensin. Sana şükrederiz. Bütün mahlûkat içinde insanları en mükerrem yaratan sensin.
En şerefli kulunu, doğruluğunda hiç şüphe etmediğimiz büyük kitabınla bize hak Peygamber olarak gönderdin. Yalnız sana tapar ve yalnız senden yardım isteriz. Ey ulu Tanrı bizi imandan ayırma.
Ey Müslümanlar! Ulu Tanrı buyuruyor ki:
“Bazı insanlar Allah’a ve ahret gününe inandık, biz de müminiz derler. Böylelikle Allah’ı ve müminleri aldatmak isterler. Hâlbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar. Ve böyle yaptıklarını da anlamazlar. Onlara ‘dünyayı fesada vermeyiniz!’ denildiği zaman ‘Hayır! Biz ıslah ediyoruz’ derler. Hâlbuki ifsat ederler, lâkin anlamazlar.”
“Kendilerine herkes gibi iman ediniz!” denildiği zaman, ‘biz aptallar gibi mi inanacağız?’ derler. Hâlbuki kendileri aptaldırlar. Bunu bilmezler! Allah ile yaptıkları ahitleri bozanlar, Allah’ın birleşmeyi emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünü fesada verenler hüsrandadırlar. Islah edilen yeryüzünü ifsat etmeyiniz. Allah ifsat edenleri sevmez. Kendiniz yapmadığınız iyilikleri başkalarına nasıl tavsiye edersiniz? Kitabı okuyorsunuz, hiç düşünmüyor musunuz?”
“Ey insanlar şeytana uymayınız o, sizin açık düşmanınızdır. Size fenalığı ve namussuzluğu o emreder. Allah hakkında bilmediğinizi söylemeyi o öğretir. Allah’ın kitabını okuyanlar, namaz kılanlar, ihsan ettiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr sadaka verenler tükenmez bir mala sahip olacaklarından emin olabilirler. Allah onlara mükâfatını verecek ve lütfunu arttıracaktır.”
O gün çok kar yağmıştı. Buna rağmen Süleymaniye Camii tıklım tıklım dolmuştu. Namazı ben kıldırmadım, imam kıldırdı. Hutbe ile namaz arasındaki zamanda Arap olduğu anlaşılan bir adam mihraba yakın bir yerde:
– Böyle hutbe olmaz, namaz fasittir.
Diye bağırdı. Fakat bunu ne cemaat dinledi, ne de imam.
İşte 1932’den itibaren Türkiye’de bütün camilerde hutbenin Türkçe okutulmasına bu şekilde başlanmış ve bunun için Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kitaplar yazılıp bastırılmıştır.[3]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Tahir KARAOĞUZ, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri İzmir Yolunda, İstanbul, 1338, Matbaa-i Amire, s.93-96.
[2] 6 Şubat 1932 tarihli Milliyet gazetesinde Sadettin Kaynak’ın başı açık ve smokin üstünde paltosu olduğu halde Süleymaniye minberinde iken çıkartılmış bir resmi vardır.
[3] Osman ERGİN, Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, c.5, s.1943-1946.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdiği 1970’den günümüze “Kur’an Araştırmaları” yapıyor.
Bu çalışmalarıyla “Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca Anlamak” yöntemini Kur’an’dan oluşturdu. Bu yöntemle;
Kur’an’ı İlahi Mantığı Ve Kendi Bütünlüğü İçinde;
Kavram bütünlüğü + Konu bütünlüğü + Sistem bütünlüğünde anlayıp anlatan konuşmalar yapıyor, makaleler ve kitaplar yayınlıyor.
Hâlen “Konulu Sistematik Kur’an Sözlüğü” çerçevesinde kitap çalışmalarını sürdürüyor.
Eserleri:
1) GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN İSLAM /KUR’AN KÜLTÜRÜ (1 ve 2. Baskı, 2013), TOGAN Yayınları.
2) Akıl ve Bilim Işığında DİNLER VE DÜNYA EGEMENLİĞİ (Haziran 2013), TOGAN Yayınları.
3) Bilim ve Kur’an Dilinde KALP /AKIL (Mart 2014), TOGAN Yayınları.
4) MİLLİ İRADE NEDİR? (21 Yazar ile birlikte), İstanbul, 2014, ELMADAĞI Yayınları.
5) ATATÜRK, İSLAM ve LAİKLİK (Cumhuriyet Dönemi Din Öğretimi ve Eğitimi), İstanbul, 2015, ELMADAĞI Yayınları.
6) AKLIN KAYNAĞI İSLAM’DA BEYİN (SADR), Bilim ve Kur’an Dilinde, 2014, İstanbul, NERGİZ Yayınları.
7) İSLAM’DA ADALET (Adl, Kıst, Mizan, Hakk, Vasat), Temmuz 2015, NERGİZ Yayınları.
8) “Tarihsel Olaylarla AKIL TUTULMASI KİTLENME”, İstanbul, 2017, NERGİZ Yayınları.
9) ATATÜRK, İSLÂM VE LAİKLİK, HALİFELİĞİN KALDIRILMASI, İstanbul, 2017, NERGİZ Yayınları.
10) ATATÜRK VE TÜRK KADINI, İstanbul, 2018, NERGİZ Yayınları.
11) ŞEYTAN İÇİMİZDEKİ… DIŞIMIZDAKİ bireysel… küresel, İstanbul, 2019, Ulak Yayınları.
12) “Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca Anlamak”, (Editör: Abdullah YILDIZ), Kur’an’ın Hayata Müdahalesi (Kitabı içinde: s. 31-38), İstanbul, 2004, Umran Yayınları.
– MİLLİ İRADE BİLDİRİSİ imzacıları kapsamında Ekim 2013 tarihinden beri MİB çalışmalarına ”Milli İrade Birliği” sitesine yazıları ve konuşmalarıyla katılmıştır.
– 1968-1969 yıllarında İSLAM MEDENİYETİ adlı aylık dergiyi yayınlamak.
– Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 15 günde bir yayınlanan DİYANET GAZETESİ’Nİ 1970’de kuruluşunu gerçekleştirerek, aynı zamanda aylık DİYANET DERGİSİ’NİN de bir süre yayınını sürdürmüştür.
– Aylık UMRAN Dergisi’nde 1998, 1999 yıllarında “Kur’an Kavramlarını Kur’anca” ele alan makaleleri yayınlanmıştır.