Çatışma hızlandı, her yerden yağmur gibi kurşun yağıyor, el bombaları patlıyordu. Bir an bacağında bir sıcaklık hissetti, vücudunda şarapnel parçaları, önce anlamadı ama bacağının üstüne basamadı ve seslendi arkadaşına, vuruldum!
Gece! yazdım ellerim titredi, gözlerim dolu dolu. Yazdığım notlarımı okurken kurşun yedim. Kalbimin tam ortasından.
İlk kez nereden nasıl başlayacağımı bilemeden, ellerimi ovuşturmaktan, klavyemdeki harflerin yerini şaşırarak, içimdeki acıyı, yaşanan acıları nasıl anlatacağımı bilemeden. Biraz kırgın, biraz kızgın, biraz ağlamaklı başladım.
Ellerim titredi, gözlerim doldu.
Neydi insana sevgi, neydi evlada sevgi, neydi hayat, neydi vatan?
Yaşatmak! Ama nasıl?
MUSTAFA… Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri.
Bazen bir, bazen sekiz, dokuz gece, sırtında taşıdığı onca yükle, bazen susuz, bazen uykusuz, kahpe kurşunların üstüne üstüne yürüdüğü, yiğit bir yürek. Buz gibi havada, buz tutmuş bir konserve yiyecek, yosun tutmuş akıntılardan içtiği su, şartlar uygunsa içecekleri bir bardak sıcak çay, yürümekten botlarına yapışmış ayakları.
Onlarca operasyonda yitirdiği arkadaşları, mayınlara basıp parçalanan vücutlarına şahit olduğu, Güneydoğu’nun dağları…
Aslında çoktan yemişti o hain kurşunları!
Günler geceler boyu diken üstünde, namlunun ucunda bir hayat.
Tam altmış operasyon, sayısını hatırlayamadığı Şehit arkadaşları, iki arkadaşının ismini verdi bana Kürşad Yağbasan ve Bayram Ay. Çoklardı, isimlerini hatırlayamadı yada hatırlamak istemedi, öyle kollarının arasında, yanı başında, o yiğit canlarının parçalanmış kolları, ayakları, bacakları, göğsünden yedikleri kurşunları gördü gözleri, kahroldu, dağlar yarılsın, taşlar çatlasın istedi. Onu ayakta tutan tek şey VATAN idi, VATAN.
Yiğitti arkadaşları, giden canlarıyla, hayalleri, hayatları yitip gitmişti gözlerinin önünde, bir yıldız gibi kaymıştı avuçlarının içinden kahpe kurşunlar ile.
O kahpe kurşunlar, çok yiğitlerimize daha saplanmıştı ‘’Şehit olmazsam, Gazi olurum’’ diyen yiğit Mustafa’yı da buldu…
Gece boyunca yürüdüler, yürüdüler o sarp, karanlık buz kesen soğukta, iliklerine kadar işleyen soğukta, hissetmedi soğuğu, hissetmedi açlığını, hissettiği tek şey tüm timin sağ salim oradan ayrılması idi. Yaklaştılar kahpe kurşunların sahiplerine ve emir aldı Mustafa ‘’ çalıştır silahını’’ defalarca taradı Mustafa, uykuda basmışlardı hain yuvasını, ama öyle kolay değildi, dağlarda yaşamaya alışmış, dağları karış karış bilen hainlere kurşun sıkmak. Çatışma hızlandı, her yerden yağmur gibi kurşun yağıyor, el bombaları patlıyordu. Bir an bacağında bir sıcaklık hissetti, vücudunda şarapnel parçaları, önce anlamadı ama bacağının üstüne basamadı ve seslendi arkadaşına, vuruldum!
Ellerim titredi, gözlerim doldu.
Öyle dik, öyle dirayetli duruyordu ki inanmadı arkadaşı,’’ dalga geçecek zaman mı ‘ dedi.
Elini bacağına attı Mustafa ve ellerinin içi kan doluydu, vurulmuştu.
Vurulmuştu, yavaş yavaş hissetti acıyı, sonra biraz daha fazla, biraz daha fazla, gencecik bedeni, o dimdik duran zıpkın gibi bedeni zayıflamaya başladı, işte o an içinden geçirdi’’ Şehit olmazsam! Gazi olurum ‘’ diye.
İşte o an inandı arkadaşı, o sarp kayalıklarda bu kez onun arkadaşları taşıdılar onu sırtlarında, tam altı saat bekledi, koca altı saat.
Sonra helikoptere koydular yaralı bedenini ve yanına bir kol, bir bacak, parçalanmış bir beden, bir yiğit daha. Unuttu yaralarını, acılarını, karardı tüm dünya, tüm hayalleri.
Artık hissetmiyordu ne soğuğu, ne acıyı, ne kanayan yarayı, ne parçalanmış kemiklerini, gökyüzünün mavisinde kalmıştı gözleri, öylece kalmıştı. O çarpışırken dağlarda ailesini de unutmuştu, unutmuştu anne elini, baba şefkatini, kardeş sesini, kurşun yiyen vücudunu siper ederken vatana.
Sen hissettin mi o kurşunu? delip geçen, yaralayıp parçalayıp geçen kurşunu, derin uykulardayken.
Nereden bileceksin ki! Karanlıkların içinde kaybolacağını bildiğin hayallerin ile kurşunun üstüne yürümeyi, nereden bileceksin sıcak yatağında yatarken buz üstünde uyumayı, nereden bileceksin altın varaklı kadehlerde en iyi kalite suyu içerken, yosun tutmuş taştan akan suyun tadını ve nereden bileceksin yaralandığında,’’ Gazi olurum’’ demenin onurunu.
Aylarca acı içinde ameliyatların sancısını, sahip çıkılmayınca gönlünün kırgınlığını ve fakat vatan sağ olsun demenin yüceliğini. Ve tüm bu acılarına rağmen, yüksek vicdanlarınız ve yüksek bilgileriniz ile vermediğiniz Gazilik ünvanının vicdansızlığını. Bu ünvanı alabilmek için çırpınışlarının size utancını…
Vatan için çarpışan bu vatan evlatlarına yaptığınız eziyetlerin sizleri ne kadar değersizleştirdiğini, o yiğitlerimizi bizlerin gönüllerinde daha da yüceldiğini anlamanızı beklemekte ne kadar doğu bilemedim.
Ellerim titredi, gözlerim doldu.
Kurşun yedim yüreğimden,
Kurşun gibi sözlerinden, kurşun yemiş bedenlerinden anlam çıkarıp, yüce Türk milletinin yiğit evlatlarına sahip çıkılması dileğimle…
Yıkmayın hayatlarını, hayallerini, ailelerini, aslında herkesten çok hak ettikleri onur madalyalarını.
Yahudi cesaret madalyası değil, Türk evlatlarının, vatan için kurşunlara siper ettikleri göğüslerinin ONUR madalyasıdır hak ettikleri.
Güneydoğu’da tüm yurt sathında kurşun yemiş, şarapnel parçalarını madalya saymış tüm Gazilerimize en derin saygılarımla…
Muhteşem bir yazı kaleminize yüreğimize sağlık ??Hem okudum hem duyglandım yüreğide Atatürk sevdası olan tüm memleket sevdalısı Atatürkçü dostlar selam olsun ?????????