Çocuktum.
Bayram günlerini iple çekerdim.
Babam elimden tutar, çarşıya götürürdü.
Ayakkabı satıcısına uğrardık.
İçi astarlı lastik ayakkabı denerdim.
Hep bir numara büyük olanı alırdı.
Satıcı, lastik ayakkabıyı gazeteye sarar elimize verirdi.
Gözüm, “kundura” ayakkabılarda kalırdı.
Sonra manifaturacıya giderdik.
Manifaturacı, beni şöyle bir süzdükten sonra, çıkardığı pantolonları giydirir; “oldu”, “olmadı” yorumunda bulunurdu.
Babam, çoğu zaman satıcının sözüne itimat ederdi.
Beğenip, beğenmemek gibi bir şansım yoktu.
Aklım takım elbiselerde kalırdı.
***
Eve, çok mutlu dönerdim.
İçim, içime sığmazdı.
Dünyalar benim olurdu.
Aldıklarımı giyer, anneme gösterirdim.
Yarım aynada kendime bakar dururdum.
Yatmadan önce, yeni pantolonumu ütü boyunda düzenler, yatağımın altına sererdim.
Ütüsü bozulmasın diye kıpırdamadan yatardım.
Uyku haram olurdu.
Sabahlar olmazdı.
Yanıbaşına koyduğum, lastik ayakkabıma bakarak, yarı uykulu sabahlardım.
***
Annemin, “bugün bayram, erken kalkın çocuklar” anonsu ile uyanırdım.
Elimi, yüzümü yıkamadan, yeni giyislerimi giyerken anneme yakalanırdım.
Önce temizlik, sonra giyisi uyarısına uyardım.
Bayram namazına gidenlerin dönmesini beklerdim.
Namazdakiler dönmeden, bayram ziyareti başlamazdı.
***
Giyisilerimi giyer, sokağa fırlardım.
Önce komşularımızın kapısını tıklardım.
Ellerini öperdim.
Kimi sadece şeker, kimi şekerin yanında para, kimi mendil; kimi de şeker, para ve mendili birlikte verirdi.
Şeker’e doyardım.
Para verenleri daha çok severdim.
O paralarla şeker alırdım.
***
Herkesin yüzü güleçti.
Teyzelerin, dedelerin, abilerin, ablaların gözleri ışıl ışıldı.
Büyük adamlar gibi karşılanırdım.
Yürekten sevdiklerini hissederdim.
***
Ne güzel günlerdi, o günler.
Bütün çocukların ve tüm çocukluğumuzun o GÜZEL GÜNLERİ,tekrar gelecekler ve herkesi yine böylesine sevindirecekler ve büyüleyeceklerdir. Çok değerli ve gerçek Atatürk’cu hocamız sevgili Celal DURGUN’a özel tebrikler ve mutlu bayramlar.