Cumhuriyet tarihinde ilk kez, Türkiye’nin dış politikası ve güvenlik politikası dış güçlerin kararlarına, icazetine esir edilmiştir.
Ancak Türkiye bu noktaya Tayyip Erdoğan’ın yanlış hesaplarıyla geldi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “komşularının içişlerine karışmama”, dış politika düsturundan vaz geçildi. Komşumuz Suriye’nin içişlerine ABD ile işbirliği yapılarak müdahale edildi. Erdoğan, Esad karşıtı savaşa askerleri ile girmediği için Obama’yı defalarca eleştirmedi mi? Şimdi de ABD askeri varlığının Suriye’den çekilmesini istiyoruz. ABD askeri varlığının Suriye’de “büyük Kürdistan” hedefi yolunda faaliyet göstereceğini Suriye’nin içişlerine karışıp bölünmesine yardım ederken göremedik. Irak’da yaşananlardan sonra bunu görmemek anlamamak mümkün değildi.
Esad’a karşı savaşması için PYD’yi yıllarca muhatap alıp destekledik. Salih Müslim’i bu amaçla defalarca ağırladık.
Sınırda “Kürdistan” koridoru oluşturulmasını Ayn Al-Arab’ın (Kobani) PYD’ye teslim edilmesini, peşmergelere geçiş izni vererek biz sağladık.
O zamanki Başbakan, derinliği kendinden menkul Davutoğlu “Kobani’deki her kardeşimin alnından öpüyor, bağrıma basıyorum” dedi. Şimdi aynı “kardeş” düşman oldu.
Örnekler çoğaltılabilir.
Vahim yanlış politikalarla Suriye sınırımızda, bir hayli derinliği de olan, PKK devletçiği oluşumuna yol açan iktidar, şimdi kendi yarattığı bu tehdidi defetmek amacıyla, Türkiye’yi savaşa sokuyor. Üstelik, kendi hayati ulusal çıkarlarımızı savunmak için başkalarının icazetini almak zorunda kalarak yapıyoruz bunu.
Türkiye, bu harekata başlamak için Rusya’nın icazetini almak zorunda kaldı. Görülüyor ki bu icazet alındı. Ancak harekât, Rusya’nın uygun gördüğü kapsamda ve sürede olacak.
Halbuki Türkiye hayati ulusal çıkarlarını korumak için gerekli olan kararları şimdiye kadar hep kendisi almıştır.
1974’de haşhaş konusunda ve Kıbrıs’a müdahalede, 1996’da Kardak krizinde, 1998’de Suriye ile Öcalan krizinde, Türkiye kendi egemen kararlarını almış ve kimseden icazet almak gereğini duymadan da uygulamıştır.
Şimdi Cumhuriyet tarihinde ilk kez, Türkiye’nin dış politikası ve güvenlik politikası dış güçlerin kararlarına, icazetine esir edilmiştir. Hayati çıkarlarımızı başkalarının izin verdiği ölçüde koruyabileceğiz. Maalesef durum budur.
Hayret verici olan, bu tablodan iktidarın bir “kahramanlık” öyküsü çıkarabiliyor olmasıdır.Ama ne olursa olsun, TSK’ne başarılar dilemek elbette görevimizdir. Zira bu ordu Tayyip Erdoğan’ın değil Türk milletinin ordusudur.Suriye’nin kuzeyinde başarılı olması Türkiye’nin toprak bütünlüğünü doğrudan ilgilendirmektedir.
Bu vahim tablonun oluşmasındaki sorumluluğu sadece iktidara yüklersek haksızlık etmiş oluruz. Ortadoğu’ da haritalar yeniden çizilirken, ana muhalefet partisi doğruları seslendiremediği gibi, Tayyip Erdoğan’ın peşine takılarak bu emperyalist oyununa bugünleri göremediği için destek verdi.
CHP, Suriye olaylarının başlangıcında Kasım 2011’de “Esad’ın gitmesi hedefine CHP katılmaktadır” açıklaması yaptı.
İktidar Salih Müslim’i burada ağırlarken, CHP genel başkanı da Ekim 2014’de Ayn Al-Arab’ın (Kobani) doğrudan TSK tarafından kurtarılarak (zımnen) PYD/YPG’ye teslim edilmesini istedi.
CHP bunları yapacağına, iktidarın Suriye politikasının ülkemiz için yaşamsal sonuçları olacağını halka anlatsa ve halkta bir direniş örgütlese idi, şimdi bu vahim tablo ile karşılaşmamış olurduk.
Maalesef, kendi kurduğu Cumhuriyet’in en temel dış politika ilkesinden saparak, bölge ülkelerinin iç işlerine karışan ve yabancıların bölgeye müdahalesine yeşil ışık yakan -mevcut CHP yönetimlerinin vebali de az değildir.
Yurdun ve ulusun tam bağımsızlığı ve egemenliği ilkesini yok eden ve uzak ve yakın emperyal odakların ve güçlerin icazeti olmaksızın hiçbir ulusal strateji ve taktik geliştirmeyen ve geliştiremeyen eski ve yeni mandacıları ve himayecileri ve bunların doğrudan ve dolaylı destekcilerini teşhir eden MUHTEŞEM bir irdeleme. Çok değerli yazarı sevgili Şahin MENGÜ’ye içten tebrikler, teşekkürler ve en iyi dilekler.
Çok teşekkür ederim.
Sevgi ve sağlıkla kalın
Şahin Mengü