İktidarın yancısı Devlet Bahçeli, Selahattin Demirtaş’ın partisi HDP’yi “terörle iltisaklı olduğu için” kapatın diyor. Ama yasal haklarını kullanıp gerekeni yapmıyor.
Olan Türk demokrasisine oluyor.
Eğer Demirtaş ve onun Genel Başkanlığını yaptığı parti terörle ve terör örgütüyle iltisaklıysa Mecliste grubu olan siyasi partilerden herhangi biri Yargıtay Başsavcılığına başvurarak bu partinin kapatılmasını isteyebilir.
MHP’nin desteklediği AKP bunu niye yapmıyor?
HDP’ye oy veren bölgedeki Kürt seçmenin muhafazakar bölümünden oy alabilirmiyim düşüncesiyle yapmıyor.
Devlet Bahçeli de “bu parti kapatılsın” diyor ama kendisi de aynı düşünceyle partisine bir hamle yaptırmıyor.
Aslında muhalefet partileri de aynı düşünce içindeler.
Demirtaş’ın tutukluluğu üstünden ahkâm kesiyorlar. Ama ciddi bir adım atmıyorlar.
Yapılacak olan şudur;
– Mecliste grubu bulunan partiler bir araya gelip, HDP’ye terörle arasına mesafe koyması için açık çağrıda bulunmalıdır.
Eğer HDP bu çağrıyı yanıtsız bırakıyorsa ve terör örgütüyle iltisaklı olduğu düşünülüyorsa Mecliste grubu bulunan her parti Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurabilir.
Ayrıca AKP’nin elinde ikinci bir yöntem daha var, iktidar partisi olarak hükümetin alacağı bir karar ile Adalet Bakanı da bu başvuruyu yapabilir.
Ama bu da yapılmıyor. Bu olay bir siyasi istismar konusu olarak kullanılıyor.
Kendini aydın zanneden ama aydınlanmamış beyin sahipleri de “Artık uygar dünyada parti kapatılmadığını” söylüyorlar.
Bu da gerçek değil, zira İspanya’da ETA ve kapatılan Batasuna partisi örneği var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu kararı onadı.
Uygar dünya da parti kapatılmıyor çünkü o ülkelerde kendi anayasası ile sorunlu siyasi partiler bulunmuyor. Herkes, siyasi mücadelesini Anayasa çerçevesinde demokratik yollardan yapıyor.
Eğer hakikaten Selahattin Demirtaş teröre destek vermişse hakkında hemen dava açılır ve bugüne kadar da bitirilirdi. Ama bunu yapmadılar. Zira o zaman istismar konusu kalmazdı.
Aslında bu istismardan HDP de yararlanıyor: onlar da mağduru oynuyorlar.
İşte bütün bu anlattıklarımızın ışığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş hakkında verdiği karara bakarsak verilen karar Türkiye açısından uyulması mecburi olan bir karardır.
Zira Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, “Kesin hükümler” kenar başlıklı 44.maddesinin 1. fıkrasına göre;
– “Büyük Daire’nin kararları kesindir.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokollerini imzalamış olan devletler, bu kararlara uymayı taahhüt etmişlerdir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve onu değiştiren 11. Protokolü imzalamış ve onaylamış olan Türkiye için de aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla Türkiye’nin Demirtaş’ın tahliyesi hakkında Büyük Daire’nin verdiği kesin karara uyması, “kanun hükmünde” olan 11. Protokol ile değişik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin gereğidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine “iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ”başvurulabilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 35. maddesinde öngörülen bir “kabul edilebilirlik” koşuludur.
Ancak davaların çok uzun süre devam etmesi durumunda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kişisel başvuruları kabul etmektedir.
Demirtaş’ın 4 yıllık tutukluluk süresi de, başvuruda bulunabilmek için yeterli bir süre olarak kabul edilmiş olmalıdır. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarına uygundur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türk Mahkemelerinin yerine geçerek karar vermemiştir.
Siyasetçiler bilmedikleri konularda konuşmasalar iyi olacak. Onların kişisel itibarları önemli değil ama ülke itibarı zedeleniyor.
Şahin bey yazınızın her kelimesine katılıyorum.Yüreğine sağlık.Sizin,ailenizin,medya siyaset gazetesinin tüm emekçilerinin yeni yılını kutluyorum.
Sizin ve yakınlarınızın yeni yılını bende kutluyorum. 2021 de herşey gönlünüzce olsun
Benim merak ettiğim AİHM kararını uygulamamanın ne tür bir yaptırımı var.Yani bir yaptırımı olmalı diye düşünüyorum.
Elbette yaptırım olur. Konsey üyeliğinin askıya alınmasından tutunda Avrupa ülkelerinin ekonomik yaptırımlar uygulamasına kadar gider.