Yine tuhaf şeyler yaşıyoruz. Bizleri ürküten, endişelere sürükleyen tuhaf şeyler…
Hiç acısız, dertsiz kavgasız bir günü olmayacak mı bu milletin?
İnsanlarının mutlu olduğu, huzuru bulduğu ve umuda koştuğu günü olmayacak mı?
Nedir bu yalanlar, yanlışlar?
Nedir, bazen tembel, bazen doludizgin bu kutuplaştırmalar?
Nedir, bitmeyen almalar, sınırsız sahip olmalar?
Nedir, insanı kışkırtan, çatıştıran, tüketen savaşlar?
Oysa dışarıda pırıl pırıl bir hava var. Mevsiminde yağan karın huzuru, mutluluğu var, beyazın en masum, en temiz hali var dışarda…
Oysa dışarda almadan verebilen; tüketildiği halde direnen, kendini yenileyen ve inatla canlının yurdu olmayı sürdüren güzelim doğa var…
Yaşananlar endişeyse, korkuysa, acıysa göremez insan. Yaşananlar yokluksa, yoksulluksa, açlıksa bilemez insan.Bakamaz açan güle, büyüyüp gelişen, meyve veren ağaca, sıcaklığı ile insanı kucaklayan güneşe bakamaz…
Ne çok soru var, ne çok soru var.
Ve bu sorular;
Tanımsız değil, tanımsız değil asla,
Sıfırla birin arasında, yanıtlar sorularda…
İnsanın toplum içinde yaşama zorunluluğu onu toplumsal bir varlık olarak nitelememiz bakımından önemli bir etken. Ancak, insanın toplumla uyumlaştırılmasının kurallarını düzenleyen de insan. Yani insanı kendinden koruyabilmesinin düzenleyicisi de insan…
Asıl sorun şudur; insanı topluma uyumlaştırma süreçlerinde onun özgünlüğünün korunabilmesi! Çünkü her birey kendine özgüdür, biriciktir, tektir. İnsanın öğrenebilme ve kendini yeniden üretebilme potansiyeli vardır. Dolayısıyla sistem bireyi yetenekli olduğu alanlara yönlendirmeli ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin önü açabilmelidir. Özetle topluma uyumlaştırma adına insan özgünlüğünden koparılmamalıdır.
Bu aynılaştırma en iyi eğitim sistemleri ile yapılmaktadır. Hele toplum küresel efendilere teslim olmuş ve eğitim politikalarını belirleme gücünü kaybetmişse…
İnançlar, ideolojiler ve benzeri farklar yüzünden insanları düşman kabul eden, yok sayan veya daha kolay yönetebilmek için aynılaştıran anlayışların tamamının ilkel olduğu şüphesizdir. Ne yazık ki toplumlar bu ilkelliği aşamamakta, en değerli varlık olan insanı önceleyememekte ve onu mutsuzluğa, yalnızlığa sürüklemektedirler.
Yaşadığı çağda insanın yalnızlığını gören ve gerçeği sorgulamak isteyen Sokrates, ölüme mahkûm edilir ve baldıran zehri içirilerek hayatına son verilir. Oysa o, kendisini bir at sineğine benzetmiş, Atina’yı bir at olarak nitelendirmişti. Çünkü Sokrates, atın uyuşukluğunu gidermek için bir uyarıcıya ihtiyaç olduğunu düşünüyordu.
Çok şey değişmemiş gibi gözüküyor, ne dersiniz? Ama insan İnsanlık yolunda mücadelesini daha adil, eşit ve özgür bir dünya için sürdürmektedir. Çünkü insan sormak, sorgulamak gerçeği aramak zorundadır.
Sokrates ölmedi, ama onu öldürenler öldü.
Belki demeyeceğim,
Belki demeyeceğim asla,
Çıkacağım düşüncelerin yokuşunu,
Okuyacağım yasaklanmış literatürü…
Gara operasyonu sonrasında muhalefet nihayet, iyi cevapların işe yaramadığını, içinde bulunulan çağın iyi sorular sorma çağı olduğunu görebildi.
Oğlunun mezarı başında kongre salonundan aranan acılı annenin: “Size emanet etmiştim” sözleri döküldü dudaklarından. Yanıt: “Hiç merak etmeyin, emanetiniz emanetimizdir”
Fazla söze gerek yok.Bakanlar muhalefete gönderildi olmadı, ortak bildiri kabul görmedi. Meclis toplantısı sonuç vermedi. Sorun sistem sorunu. Parti başkanı, hükümet başkanı, devlet başkanı… Karışık iş vesselam.
Bense;
Kilitli bir kapının ardında,
Menekşeler düşlüyorum.
Ömrü baharla sınırlı,
Güzelliği ile insanı büyüleyen,
Gönülleri besleyen menekşeler…
Sevgi ile açılabilecek o kilitli kapıyı düşünüyorum.
İnsanlık halen yalnız. Ama sorular var. Uyuşukluğu gidermek için uyarıcı etkisi olan sorular…İşte o sorular aralayacak karanlığın kapısını, işte o sorular güneşi alacak içeri…
Bir sabah düşünüyorum;
Esrik duygulardan, hasta zamanlardan uzakta,
Güzelliklerle dost, sevgilerle barışık,
Kara deliklerin çarmıha gerildiği,
Bir sabah düşünüyorum…(Şiir: Hatice Topçu, Yasak Elma).
Rize’de doğdu. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Rize’de tamamladı. Lisans Eğitimini İşletme alanında, Yüksek Lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında tamamladı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eğitim Yönetimi ve Politikaları Ana Bilim Dalı, Eğitim Yönetimi ve Teftiş Doktora Programına devam etti. Eğitim işkolunun çeşitli kademelerinde görev yaptı. Şubat 2019 tarihinde kamudaki görevinden emekli oldu.
Yazın hayatına çeşitli dergi ve antolojilerde yayımlanan şiirleri ile başladı. 2004 yılında “TODAİE Hazırlık Kılavuzu” adlı Orta Doğu Amme Enstitüsü Sınavlarına Hazırlık Kılavuzu yayımlandı. İlk şiir kitabı;“Karanlığın Elleri”2008 yılında, ikinci şiir kitabı; “Yasak Elma” 2016’da yayımlandı.
Eğitimci, Şair ve Yazar’ın okul öncesi eğitim çocuklarına yönelik hazırladığı “Can Okulda Dizisi” olarak altı adet hikâye kitabı (Okul Heyecanı, Okulda İlk Gün, Can ve Cansu, Görüyor Öğreniyoruz, Balonlarla Dans ve Can Partiyle) 2017 yılında yayımlandı.
“Çağları Delen Önder Atatürk” dizisinin ilk kitabı olan “Altın Saçlı Çocuk” romanının birinci baskısı Ocak 2019 yılında, ikinci baskısı Ağustos 2019 ve üçüncü baskısı Kasım 2019 yılında yayımlanmıştır. Serinin İkinci romanı “Hayallere İlk Adım” romanının birinci baskısı Ağustos 2019 yılında, ikinci baskısı Kasım 2019 yılında yayınlanmıştır.
‘Kül Rengi Dünya” romanı Kasım 2019 yılında yayımlanmıştır. Ayrıca yazarın, Eğitim Bilimleri alanında bilimsel makaleleri bulunmaktadır ve çeşitli gazetelerde makale yazmayı sürdürmektedir. İki çocuk annesidir.